Dil, yalnız iletişim değil; bir halkın evren haritası. O haritayı yakarsanız, çocuk eve dönecek adresi bulamaz. Bölgedeki “iki dilli eğitim” programının fiilî sonucu, tek dilli (Mandarin) eğitim ve ana dilin sistematik tasfiyesi oldu. Hotan (Hoten) başta olmak üzere ana dilde eğitimin tüm kademelerde yasaklandığına dair 2017 tarihli resmi yönergeler ve sivil raporlar, meselenin “eğitim reformu” değil, kültürel kıyım olduğunu gösteriyor. (Uyghur Human Rights Project)
Uygur Soykırımı Altında Çocukluk: Yatılı Yurt Kılığındaki Kışla
Bu dil rejimi, yatılılaştırmayla birleşince yirmi dört saat saatlik kolonizasyona dönüşür: Sabah Mandarin, öğlen Mandarin, akşam marş ve slogan. Müzik dersinde yerli ezgiler yerine millî marşlar, beden eğitiminde tören adımı, görsel materyalde tek tip kahraman anlatısı. Bu, Bourdieu’nün “habitus” [12] kavramıyla okursak, çocuğun bedensel-ruhsal alışkanlıklar setinin tek merkezden yeniden inşasıdır.
Saha göstergeleri bol: Yatılı okul ağının agresif genişlemesi; her ilçeye bir-iki kampüs stratejisi, “yoksul aile çocuklarına fırsat” propagandasıyla meşrulaştırılıyor. Çinli yetkililer hatta “kamp”ları “boarding school” (yatılı okul) gibi göstererek şiddeti dilde estetize etmeye çalıştı; “gerek kalmayınca kaldırırız” söylemi, gerçeği tersyüz eden bir vitrin. (TIME)
Uluslararası ve bağımsız kaynaklar, aileden sistematik koparma ile Mandarin-only [13] hattını birlikte belgeliyor. HRW’nin 2021 tarihli kapsamlı raporu, keyfî alıkoyma, işkence, zorla kaybetme gibi ağır ihlallerle birlikte kültürel tasfiyenin suç tipolojisini ortaya koydu: “Nesillerini kır, köklerini kır” ifadesi, rejimin iç mantığını özetliyor. (Human Rights Watch) 2019 sonbaharında gazetecilik ve araştırmalar, yarım milyona yaklaşan çocuk nüfusunun yatılılaştırıldığına işaret eden verileri tartışmaya açtı; bu rakamlar, tekil bir sosyal program değil, geniş ölçekli bir kimlik dönüşümü planını düşündürüyor. (Axios)
Bu arada “dinsel pratiklerin kriminalizasyonu” da çocuğu hedefliyor: Ramazan’da oruç, başörtüsü, sakal, helal beslenme pratikleri—hepsi ya alay konusu yapılıyor ya da “aşırılık” etiketiyle yasaklanıyor. Dini sembollerin silinmesi, gündelik hayatın nötrleşmesi değildir; kimliğin silinmesidir. Devletin “dine değil, aşırılığa karşıyız” retoriği, fiiliyatta İslami görünürlüğün imhası anlamına geliyor; 2023 tarihli uluslararası din özgürlüğü raporları da bu yönelimin kurumsallaştığını teyit ediyor. (State Department)
Heterobilim açısından resim net: Bu, klasik sömürgeciliğin iç mekân versiyonu. Harici işgal yerine, müfredat ve yurt üzerinden iç işgal. “Modern vatandaş” paketinin içinde dilsizlik, dinsizlik, köksüzlük bonus olarak geliyor. İtiraz eden? “İstikrarsızlık tehdidi.” Kabul eden? “Örnek öğrenci.” Bu ikili yapı, yalnız siyaseten değil, ahlaken de çürük. Çünkü çocuk, özgür rızası olmayan tek sınıf; onu ikna ettiğinizi sanmak, aslında gücünüzün karşılıksızlığını itiraf etmektir.
Uluslararası Sessizlik, Meşruiyet Tiyatrosu ve Direniş Ahlakı
Uluslararası sistemin aynasında iki görüntü var: Bir yanda kınama metinleri, diğer yanda suskunluk ve sabote. 2019’da Birleşmiş Milletler’de 22–23 ülke, Çin’in politikalarını kınayan ortak beyanlarla çıktı; aynı günlerde 50’ye yakın ülke de Pekin’in resmi anlatısını öven karşı mektuplar yayımladı—gerçeğin pazara çıkarıldığı utanç günleri. (GOV.UK) 2022’de İnsan Hakları Konseyi, OHCHR’nin ağır raporuna rağmen bölgede özel bir müzakere/debate açılmasını 19’a 17 oyla reddetti; siyasî nüfuz, adalet terazisini dövdü. (Axios) 2023’te ise 51 ülke, “insanlığa karşı suçlar” ifadesini sahiplenerek yeni bir ortak beyan yayımladı; dosya kapanmadı, ama adalet hâlâ koridorda bekliyor. (Human Rights Watch)
Peki UNICEF, BM ajansları, “çocuk hakları” kürsülerinin dev isimleri? Kurumsal dilden akan su hep aynı: çocuk refahı, kalkınma, kapsayıcılık. Fakat Xinjiang söz konusu olduğunda çoğu metin, ya hiç bakmıyor ya da kıyısından geçiyor. Diplomatik denge uğruna hakikatin ağırlığı hafifletiliyor. Evet: Sessizlik politiktir; mağdurun aleyhine çalışır. OHCHR raporu gibi cesur metinler çıktığında bile, Konsey oylamasıyla kapı yüzüne kapanabiliyor. Bu, uluslararası düzenin ahlaki açığıdır. (BM İnsan Hakları Ofisi)


