Dilipak: Hani haksızlıklar karşısında susmayacaktık?

12 Dakika Okuma

Dilipak, Müslüman ülkelerin durumuna dikkat çektiği son yazısında bazı eleştirilerde ve uyarılarda bulundu…

Dilipak’ın “Allah’a ve ahiret gününe iman etmek” başlıklı yazısından önemli bir bölüm:

Evet asıl soru şu: Servet, iktidar ve gücünüze aklınız ve imanınız mı yön veriyor, ya da servet, güç ve iktidarınız, heva, heves ve iktidarınız aklınız, nefsinizin heva ve hevesleri ve iman telakkinize mi yön veriyor. Hangisini hangisine basamak yapıyor ya da feda ediyorsunuz? Hangisini hangi yolda kurban ediyor, ya da feda ediyor, İcabında ayaklarınızın altına alabiliyorsunuz.

Gazze karşısında Müslümanların kişi, örgüt ya da ülke yönetimi olarak durduğu yer, aslında onların bulundukları yeri, Allah (cc) indinde bulundukları makamı gösteriyor. Evet evet, kişi ve toplulukları Allah (cc) indindeki yerini görmek istiyorlarsa, Allah’ın kendilerini neyle meşgul ettiğine baksınlar. Ve unutmasınlar ki, Allah (cc) servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirir çevirir.

“Ehliyet, Liyakat, İstişare ve Şura’yı bir kenara bıraktık”

Ne deniyordu Kitap’taki hitab’da? (İsrailoğulları üzerinden bize yapılan bir uyarıdan söz ediyorum). O Yahudileşme temayülü konusunda Allah (cc) bizi uyarıyor “İman ettim” demekle yakamızın bırakılıvermeyeceğini hatırlatıyor bize. İşte o İlahi emir: (Bakara 155-157) “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır”.

Ehliyet, Liyakat, İstişare ve Şura’yı bir kenara bıraktık, “şu giderse, ötekiler gelirse halimiz nice olur” diye birileri, eldeki mevcuda razı olmaya hazır. Ehven-i şer ile yetinmeye razı. Hani, şer gibi gelende hayır olabilirdi. Ötekiler gelir de zulmü sürdürürsek direnirdik. Bizden olunca madem direnmiyoruz. Biz nasılsak öyle idare olunmayacak mı idik. Bizim seçtiklerimiz sapıtamaz mı, yanlış yapamaz mı? Kimin geldiği ya da gittiği değil, kimin ne yaptığı esas alınmalı değil mi idi?

Bu anlamda İslam ülkelerinin hali malum. Müslüman ülkelerin halklarının hali de ortada. Hep aynı terane. Vehn hastalığı (dünya sevgisi ve ölüm korkusu) hemen hemen herkesi kuşatmış. Cami var cemaat yok. İktidarı ve serveti bir şekilde ele geçirenler onu kaybetme korkusu ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. İktidar ve servet dönüştürücüdür. Önce de kendine sahip olanları dönüştürür, eğer onların akıl ve imanları servet, iktidar ve güçlerinin gerisinde ise. Bize şer gibi gelen şeyde hayır, hayır gibi gelen şeyde şer olabileceğini hep söylüyoruz. Fatiha’da bunu günde 40 kere söylüyoruz da ağzımızdan çıkanı kulağımız duymuyor sanki… Peygamberimizin komuta ettiği savaşta yenilgi olmadı mı? Orada bizim bilmediğimiz bir sır, hikmet vardı. Hz. Musa ile Hızır aleyhisselamın yolculuğunu hatırlayın. İlahi takdir sorgulanmaz. Allah (cc) zafer ve iktidar sarhoşluğu ile ne yaptığını, nereye gittiğini bilmeyen bir yönetime, bir halka, Rahmeti ile bir uyarıda bulunmak için de onlara yenilgiyi tattırabilir.

Bu süreçte kim, neyi, kimlerle, nasıl ve niçin yapıyor? Bu bizim imtihanımız ile ilgilidir. Kişi, topluluk, örgüt ve ülkelerin Kader’inin tecellisi Allah (cc) bu konudaki ezeli ve ebedi bilgisi iledir. Hayır ya da şer olsun, Dilipak’ın ya da şu veya bu kişinin olumlu ya da olumsuz söz ve eylemleri ile değil. O kişinin kendi söz ve eylemleri, onun kişinin kendi akibetini belirler. O konuda herkes, o kim olursa olsun, kral ya da aciz, kötürüm biçare biri olsun, misgal ve zerre miktarında iyilik ya da kötülük yapsa karşılığını görecektir. Allah (cc) onların nimetlerini artırarak ve azaltarak imtihan edecektir. Ve o tasarruflarında Hikmet ve irade sahibidir ve “la yüs’el”dir. O sözüne sadıktır. O’nun sözü ise Kitap’ta yazılı olandır.

“Müslümanların çoğunun, Kader, Rızık, ecel konusunda zihinleri bulanık”

Biz meleklere de iman ettik, Şeytanın var olduğuna da. Ama yine iman ettik ki, hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir. Şeytanın varlığı bizim günah işlememizin bahanesi ve gerekçesi olamayacağı gibi iyilerin ya da kötülerin varlığı Allah’ın takdiri üstünde haşa bir belirleyici değildir olamaz. Ne yükseliş ne yenilgi ve yıkılış Allah’ın iradesi dışında bir başka güç ve tasarruf değildir, olamaz.

Sanırım Müslümanların çoğunun, Kader, Rızık, ecel konusunda zihinleri bulanık. İrade ve rıza konusunda da yeterli bilgiye sahib değiller. Gelecekleri ile ilgili konularda, lider, örgüt, din büyüklerini, İlah ve Rab konumuna yükseltiyorlar. Onları İdolleştiriyorlar, yani Putlaştırıyorlar. Hristiyanlar Hz. İsayı İlah ve Rab konumuna yükselterek sapıtmadılar mı? Halid b. Velid neden komutanlıktan azledildi? “Hz. Ömer O’nu “Neredeyse zaferi Allahtan değil, Halid’den bekliyor olacaklardı” diye azletti. Müslümanların bir kısmı “Başımızda Halid gibi bir komutan varken, bizi kim yenebilir ki!” diyorlardı. Dikkat edelim Şeytan insanları Allah’la da aldatabilir! Bu anlamda Peygamberler ile de, Lider’le de, komutanlarla da aldatabilir. Kendi nefsimizin şerrinden de Allaha sığınalım, Lider, örgüt, Şeyh gibi nefs taşıyanların nefsinin şerrinden de Allah’a (cc) sığınalım. Allah (cc) kendi nefsini kınayanların bu eylemine, kınanan nefse yemin eder. Parti, dernek, ulus, cemaat şeklinde “Tüzel kişilikler”in de o yapılara mensub kişilerin nefislerinin toplamı kadar büyük bir nefisleri vardır. Zaten ırkçılık da böyle bir şey değil mi? Orada, azgın, ihtiras sahibi nefsilerin cem olduğu yerde, eğer Şeytani bir temayül ortaya çıkmışsa, orada Şeytan o koskoca topluluğu topluca helaka yönlendirebilir. İşte onun için sıkça “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak etme Allah’ım” “bizi şerlilerin şerrinden emin eyle” diye dua etmemiz gerek… İns’in Şeytanları’nın gizledikleri niyetleri suret-i Hak’dan gözükerek, “ıslah ediciyiz” diye gelip “bozgunculuk yapan” bu şekilde insanları saptıran, “devlet aklı” bahanesi ile bir takım işlerini “siyasi takdik” ve “derin sır” sebebi o şekilde yapmaları gerektiğini söyleyerek, yanlış işleri meşrulaştırmaya çalışanların sebeb oldukları fitneler yüzünden tarih büyük felaketlerin yaşanmışlıkları ile doludur. Hz. Osman’ın şehadeti, Kerbela, Emevi, Abbasi, Selçuklu ve en son Osmanlı döneminde yaşananları biliyoruz. 36 Osmanlı padişahından 12’si ise hal edildi. Bu cinayetlerin çoğu saltanatın mefahir perdesi arkasında gizlendi. Oysa tarih, övgü veya sövgü kitabı olmamalıydı. Kimi bardağın sadece dolu yönünü gösterdi, kimi boş. Her zaman, her yerde bu hep böyledir aslında. Tarih bir toplumun tecrübeler birikimi ve ortak hafızasıdır, bir ders kitabıdır. O bir ders kitabıdır, herkes için aslında. Bizim adil şahidler olmamız gerekirken bu perdeleme siyaseti, Halka aid gerçekleri halktan gizlenmesi, algı yönetimi ile felaketlerin gizlenmesi sonucu tarih kavga sebebi oldu. Hainler ve kahramanları farklı politik kesimlerin zihninde yer değiştirdi. Hani adil şahidler olacaktık! Bir kavme / topluluğa olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecekti.

Siyaset bizde “Maslahat” yani “Sulhetme” sanatı olması gerekirken, partiler kendi içinde kavgalı, partiler partilerle kavgalı, partiler halkla kavgalı. Ama neredeyse hemen hepsi uluslararası sistemle barışık. Böyle siyaset olmaz. Sanırım bunlar kendilerinin başkalarına yapmayı düşündüklerini, güçlerini kaybederlerse, onların kendilerine yapmasından korkuyorlar. Onun için kaybetmek istemiyorlar. Siyasi areneda adalet olmayınca merhamet de olmaz. Bunlar birbirlerine karşı kin, intikam, öfke yüklüler. Gayeye giden her yolu meşru görüyorlar. Bunlar siyasi güçlerini kaybederlerse sahib oldukları maddi ve manevi her şeylerini kaybetmekten korkuyorlar.

“Hani haksızlıklar karşısında susmayacaktık”

Aslında bu işler dün de böyle idi. Örfte, “siyaset etmek”, “siyaset meydanı”, “siyasetgah” ne demek bir bakın. “Siyaseten katl” diye bir şey var, ucu “bebek katli”ne kadar gider. Bu her yerde böyledir. Bugünlerde Gazze’de bunun zirve yaptığını görüyoruz. Bugün de böyle. Gazze konusunda da Yahudiler aynı korkuyu yaşamıyor mu. Bu bütün dünyada böyle. İktidar şehveti, azgınlıkların zirvesine sebeb olabilir. Çünkü tek bir Allah’ın kulları bunlar. Allah (cc) yarattığı kullarını biliyor ve “Vel asr” de bunu bize zamana yemin ederek söylüyor. Aynı zaafları taşıyorlar. Şeytan aynı şeytan, “Aziz Millet” “kavmi necib”, “İsrailoğullarının kendi ırkını kutsaması” safsatasına inanmayalım, peygamber aileleri, ümmetleri içinde yaşananlar için kitaba bakın. “Allah’a (cc) yemin olsun ki, İnsanların çoğu değil, tamamı hüsrandadır”. Bunu niye görmezsiniz. Kurtuluşa erenler Kitap’ta “istina” olarak sayılır. Her zaman, her toplulukta imanlı, namuslu, erdemli, cesur insanlar vardır. Firavunun sarayında da bu böyle, İsrail oğulları arasında da bu böyle. Türk, Kürd, Arab, Farsi, Hindli, Çinli, Rus, Avrupalı, Karaderili, Kızılderili fark etmez. Hepsi Allah’ın yarattığı kullarıdır. Hepsi Ademoğludur, hepsi topraktan yaratıldı. Gelin biz akıllı, dürüst, cesur, ilim, hikmet, adalet, merhamet sahibi insanlarla birlik olalım. Allah’ın rahmet, yardım, bereketi bunlar üzerindedir. İmana erişecek olanlar da bunlar arasındadır. Yoksa, değil liderimiz, örgütümüz, şeyhimiz; babamız peygamber olsa gelse sizi/bizi kurtaramaz. Peygamberlerin kurtarıcı gücü yok, onlar kurtuluşa, Allah’a, resulüne, kitaba çağırır. Allah’ın ipine tutunanlar kurtulur. Peygamberlerin kurtarıcı gücü olsaydı, Hz. Adem oğlunu kurtarırdı, Hz. Nuh, kavmini, zevcesini, oğlunu, Hz. İbrahim babasını, Hz Lut kavmini, ailesini, Hz. İshak, Esav’ı, Hz. Yakub Yusuf’unu kurtarırdı. Yusuf gibi bir çocuğunuz olsun istemez misiniz? Kim istemez, dünya güzeli bir çocuk. Ya kardeşleri onu kuyuya atarsa ya da köle pazarında satılırsa, ya iftiraya uğrar hapse girerse!.. Peki bunlar olmadan nasıl Yusuf olunur ki. Peki ya CHP gelirse. Yok o gelmesin. Hani insanlar layık olduğu gibi idare olunacaktı, biz kendimizi değiştirmeden bizim hakkımızdaki hüküm de ona göre şekillenecekti. Belki bu bir ibret dersi, bir şok, aklımızı başımıza toplamak için bir fırsat olacaktı. Biz işler ne kadar kötü, yanlış ve ters giderse gitsin, daha kötüsü gelir korkusu ile mevcuda razı mı olacaktık. Hani haksızlıklar karşısında susmayacaktık. Hz. Ömer’e hutbe okurken cübbesinin hesabını soran biz değil mi idik! Hani savaş şartlarında bile, gençler Hz. Peygamberle konuşurken, “bu söylediğiniz vahiy mi, sizin fikriniz mi” diye sormuyor mu idi. Ve peygamberimiz fikrini değiştirmedi mi ve bozgun yaşanınca gençler özür dilediklerinde ayet gelmedi mi, “hayır siz doğru yaptınız, bundan sonra da böyle yapın” diye şura emri gelmedi mi? Oradaki yenilgi, ilahi bir planın bir parçası idi. Bize şer gibi gelen şeyde başka bir hayır gizli idi.

Gelin yeniden iman edelim. Allah’ın dini yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklar, bizim yaşadığımız din, ne karı-koca kavgasını, ne kardeşler, ne ortaklar arasındaki kavgayı, ne de siyasi kavgaları çözüyor. Yarab bize akıl, iman, cesaret, feraset ihsan eyle, Hakkı hak, batılı batıl görelim ve hak da toplanalım da razı olduğun kullarından olalım, bizi bağışla, bizleri “ısırıcı melikler”in şerrinden koru, salih kullarını yabancı devletlerin ve kendi devletlerinin zalim ve azgın kifayetsiz muhteris yöneticilerinin eline bırakma. Bize güç, kuvvet, cesaret, sabır ve haksızlıklar karşısında Hakkı söyleyen muhaliflerden kıl. “Def-i mazarratın celbi menafiden evla olduğu”nu gerçeğini idrak ile adil şahidler’den olmayı, bir kavme, bir topluluğa olan düşmanlığımız ve öfkemiz sebebi ile haksızlık yapanlardan olmamayı nasib et. İmam-ı Azam’ı şehid eden halifenin zihniyet ikizlerinin eline bırakma bizi. En büyük düşmanımız olan taşlanmış Şeytan ve içimizdeki insi şeytanlarının şerrinden emin olmamız için sıratı müstakimden ayırma bizi.

Kaynak: mirathaber

ETİKETLENDİ:
Bu Makaleyi Paylaş
Yorum yapılmamış