Cemiyetin tüm kesimlerinden şahıslar, etik değerlere ters düşen davranışların çoğaldığından yakınıyor. Bazıları aile ve komşuluk ilişkilerinin zedelenmesinden, hürmetsizlikten, bazıları iş hayatındaki haksızlıktan, toplumsal hayattaki saygısızlıktan, kimileri ise siyasi ve yönetimsel yapıdan…
Bu türden etik dışı tavırlar da doğal olarak insanların temel itimat duygusunu sarsan menfi bir ruh haline neden oluyor. Aslında bu beklenen bir sonuç; çünkü insanın mental sağlığında en önemli unsurlardan biri güven duygusu. Gerçekten de Transparency International (Uluslararası Şeffaflık Teşkilatı) etik değerlere uyumlulukla alakalı yapılan tetkiklerde Türkiye’nin skoru ve sıralamasında, 2010’lardan sonra bir düşüş yaşanmış ve 2024 senesinde 180 ülke arasında 107. sırada bulunuyoruz (https://www.transparency.org/en). Toplumun ahlaki seviyesi, doğal olarak o toplumu meydana getiren insanların ahlaki ortalamasından oluşuyor. O halde toplumu oluşturan fertler ahlak açısından hangi nitelikler sergiler? sınıflandırılabilir mi? buna bir bakalım.
Prof. Dr. Hakan TürkçaparAmerikalı bir psikolog olan Lawrence Kohlberg (1927–1987), bireylerin ahlaki gelişiminin nasıl ilerlediğini açıklayan zihinsel gelişimsel bir teori geliştirmiştir. Bu teori, kişilerin ahlaki gelişim bakımından aşamalı bir ilerleme gösterdiklerini ileri sürer. Kohlberg’in ahlaki gelişim sistemi 3 ana aşamadan ve altı alt basamaktan meydana gelir:
İlk aşama, genel kabul öncesi dönemdir (konvansiyon öncesi). Genellikle 10 yaşına kadar olan çocuklar ve yetişkinlerin de bir bölümü bu ahlak gelişiminin ilk evresi olan bu dönemin özelliklerini taşırlar. Genel kabul öncesi evrenin ilk basamağında, ahlak anlayışı doğrudan davranışın somut sonuçlarına göre şekillenir.
Ahlaki olan ve olmayanı, ceza ya da diğer bir deyişle davranışın sonucu belirler; ceza olmadığı takdirde her davranış gösterilebilir. 2. basamak, çoğunlukla 7-10 yaş aralığında kendini gösterir. Bu basamakta sevilmeye, takdir edilmeye ve ödüllendirilmeye yönelik olarak kurallara riayet etme başlar. Kişinin en çok yararına olan davranış ahlakidir. Bu evredeki birey için ahlak, kısasa kısas şeklindedir, her şey karşılıklıdır. Bu evredeki çocuk “O bana vurdu, ben de ona vurdum.” der. Bu evredeki şahıs “Ne kadar verirsem o kadar almalıyım.” düşüncesine sahiptir.
Ahlak gelişiminin ikinci kademesi, ergenlik çağında ortaya çıkan ve yetişkinlik çağında da devam edebilen genel kabul (konvansiyonel) dönemidir. Bir davranışın ahlaki olup olmadığını, toplumsal bakış açısı ve beklentiler belirler. Bu dönemde yer alan ahlaki gelişimin üçüncü basamağında çocuk “uslu çocuk” olmak yani ihtilaf yaşamamak, onay görmek, otoriteyle uyumlu olmak, yani hatalı duruma düşmemek, toplumdan tecrit olmamak için kurallara uyar. İyi davranış; başkalarını mutlu eden, onlara yardım eden ve onlar tarafından beğenilen davranıştır.
Çoğunluğun davranışı ya da tipik ortalama davranışla tam bir uyum vardır. Bu evrede, yeterli birey toplumun koyduğu kurallara; iyi çocuk da anne ve babanın koyduğu kurallara uymalı ve ona göre hareket etmelidir. Dördüncü basamakta ise toplumdaki düzenin devamlılığı hedefine hizmet etmesi sebebiyle kanuna, kurallara ve toplumsal uzlaşımlara riayet etme ön plana çıkar. Otoriteye ve kurallara uyma ve toplumun isteklerini yerine getirme eğilimi başlamıştır. Bu dönemdeki birey; kopya çekmek kurallara aykırı olduğu için öğrencinin kopya çekmemesi gerektiğini savunur, hiç kimse trafik lambalarına dikkat etmese bile kurallar emrettiği için trafik ışıklarına uyulması taraftarıdır. Toplumsal çıkarlar, kişisel çıkarların önüne geçmiştir.
Son dönem olan genel kabul sonrası (Post-conventional) dönemi, prensipli ahlak dönemidir. Toplumdan bağımsız olarak bireyin mevcudiyeti kabul edilir. Bir kişinin bakış açısı, gerektiğinde toplumun bakış açısı kadar değerlidir. Bu seviye, evrensel geçerliliği olan ahlak kurallarını, değerleri ve evrensel hukuki uzlaşmaları gözetir.
Yeniden ülkemize döndüğümüzde, Türkiye’nin toplumsal etik düzeyiyle ilgili Pew Araştırma Merkezi – Küresel Tutumlar Anketi, 2024 ve daha önceki Dünya Değerler Araştırması (WVS) anketlerine göre; Türk toplumunun orta yaşlı ve yaşlı kesimi daha geleneksel, aile, dini değerler ve otoriteye sadık, alışılmış ahlaki seviye nitelikleri sergilerken, genç nesiller bireysel bağımsızlık ve ifadeye daha çok önem veriyor. Diğer taraftan, genel olarak bireyler etik-ahlaki değerlere kıymet verip kendilerini bu değerlere bağlı addederken, daha ziyade “ötekinin” ve kuruluşların etik değerlere uyumu konusunda bir güven eksikliği yaşıyorlar. Muhtemelen bu itimat kaybı, silsileli bir aksiseda gibi ahlaki güven açısından bir yıpranma meydana getiriyor. Burada sorumluluk herkese düşüyor; birbirimize beslediğimiz itimat, zihinsel sağlığın da ön koşulu, bu da öncelikle “etik” ve/veya “ahlaki” davranmaya yönelik karşılıklı bir azim gerektiriyor. Bu ise yalnızca “bize” değil “herkese” fayda sağlayacak ve böyle bir itimat atmosferinden ruhsal yönden hepimiz kazançlı çıkacağız.


