ABD Lideri Donald Trump’ın Avrupa ve NATO ile ilgili açıklamaları, “nükleer şemsiye” konusundaki tartışmaları tetikledi.
Avrupa devletleri, Amerikan nükleer himayesine gelecekte ne kadar güvenebileceklerini açıkça müzakere ediyor.
Yanıtı merak edilen soru ise, ABD’nin nükleer savunma sorumluluğundan vazgeçmesi durumunda Avrupa’nın bu boşluğu doldurup dolduramayacağı.
ABD’den yapılan izahlarda, nükleer caydırıcılık taahhüdüne bağlı kalınacağına dair işaretler veriliyor.
Fakat Trump’ın tahmin edilemez tutumu ve her koşulda bu taahhüde sadık kalacağının kesin olmaması, özellikle Avrupa ülkelerini yeni arayışlara yöneltti.
Ve bütün dikkatler, NATO’nun ABD haricindeki iki nükleer gücü olan Fransa ve İngiltere’ye çevrildi.
Sayısal olarak kıyaslandığında Fransız ve İngiliz nükleer kapasitesi, ABD’ninkiyle karşılaştırıldığında oldukça sınırlı.
Bu iki ülkenin nükleer kuvveti, mevcut güvenlik yapısında destekleyici nitelikte.
Bu durum, ABD’nin nükleer sözünden aniden çekilmesi halinde bu iki devletin uygulanabilir bir çözüm üretemeyecekleri yorumlarına yol açıyor.
Almanya’dan istek geldi
Avrupa’da nükleer savunmayı gündeme getiren açıklama, 20 Şubat’ta yakında Alman Başbakanı olması beklenen Friedrich Merz’den geldi:
“İngilizler ve Fransızlarla, yani iki Avrupa nükleer gücüyle, nükleer paylaşım veya en azından nükleer güvenliklerinin bizim için de geçerli olup olmadığı hakkında görüşmeler yapmalıyız.”
Şimdiye kadar güvenlik garantileri için yalnızca NATO ve ABD’ye bel bağlayan Almanya, hiçbir zaman Fransız nükleer şemsiyesinin korumasını talep etmedi.
Almanya’nın, İkinci Dünya Savaşı geçmişi sebebiyle nükleer silah edinmesi yasak.
Ancak NATO’nun silah paylaşımı düzenlemelerinde yer alıyor ve topraklarında Amerikan nükleer başlıkları bulunuyor.
Merz, İngiltere ve Fransa ile görüşme niyetinde olsa da henüz Amerikan nükleer şemsiyesinden tamamen vazgeçmek istediğine dair bir işaret vermedi.
Macron: ‘Stratejik tartışmayı başlatıyoruz’
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Merz’in çağrısına karşılık verdi.
Ülkesinin nükleer caydırıcılığını Avrupalı müttefiklere yayma düşüncesini, şu sözlerle ilan etti:
“Gelecekteki Alman Başbakanının tarihi çağrısına yanıt olarak, Avrupalı kıtasal müttefiklerimizin caydırıcılığımız vasıtasıyla korunmasına dair stratejik tartışmayı başlatmaya karar verdim.”
Aslında Macron, Şubat 2020’de de benzer bir görüşü belirtmiş, Fransız nükleer caydırıcılığının Avrupa boyutu üzerinde düşünme zamanının geldiğini ifade etmişti.
Avrupalı ortaklar arasında ortak nükleer tatbikatların yanı sıra stratejik bir diyalog önerisi de aynı dönemde gündeme gelmişti.
Şimdi yeni olan ise o zaman bu düşünceyle ilgilenmeyen Avrupa ülkelerinin bu yönde talepte bulunmaları.
Fransa nükleer gücünü paylaşır mı?
Paris, başından beri Avrupa’nın savunma ve güvenlik yapısını ilgilendiren kararların Avrupa dışındaki aktörler tarafından alınmaması gerektiğini savunuyor.
Fransız nükleer doktrini, cumhurbaşkanının Fransa’nın “hayati çıkarlarının” tehlikede olduğunu düşünmesi durumunda büyük bir nükleer müdahale tehdidi üzerine kuruldu.
Bu doktrin, nükleer karar alma mekanizmasının bağımsızlığını merkeze alıyor.
Yaklaşık 300 nükleer başlığa sahip olan Fransa, NATO’nun nükleer planlama grubunda yer almıyor.
Macron’un önerisi iç siyasette şimdiden önemli eleştirilere yol açmaya başladı.
Her ne kadar nükleer gücün paylaşımından bahsedilse de nihayetinde paylaşılacak bir unsur söz konusu değil.
Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu de bunun altını açıkça çiziyor: “Cumhurbaşkanının kararına bağlı olan nükleer caydırıcılık, tasarımından, üretimine ve işletilmesine kadar Fransızdır ve Fransız olarak kalacaktır.”
Fransa açısından seçeneklerden birinin nükleer başlık taşıyan Fransız savaş uçaklarının, düğmeye basma yetkisi Paris’te kalmak şartıyla, diğer Avrupa
ülkelerinde konumlandırılabileceği şeklinde yorumlar yapılıyor.
Fransa, nükleer başlık taşıyan füzeleri 4 denizaltısından atabilme yeteneğine sahip.
Ek olarak, Rafale B tipi savaş uçakları da nükleer başlıklı füzelerle donatılabilir.
Birleşik Krallık’ın yeteneği NATO kullanımına açık
Birleşik Krallık, 1952’den beri nükleer güce sahip.
Nükleer caydırıcılık gücünü NATO’nun savunmasına ayırmış durumda.
Birleşik Krallık’ın nükleer silahları aslında NATO’nun nükleer caydırıcılık kapasitesinin bir bölümünü oluşturuyor.
Siyasi bir değişiklik gerekip gerekmeyeceğini, Birleşik Krallık’ın bu olası ortak girişimdeki net rolünün belirleyeceği ifade ediliyor.
Birleşik Krallık’ın nükleer gücünün, Fransa’nınkinin aksine, büyük oranda ABD’ye bağlı olması durumu karmaşık hale getiriyor.
Bu bağımlılık karar mekanizmasında değil, füze teknolojisi, altyapı ve bakım alanlarında kendini gösteriyor.
Nükleer başlık sayısı 250’den az olan Birleşik Krallık’ın fırlatma yeteneği denizaltılarla sınırlı.
Polonya’dan dikkat çekici tutum
Polonya Başbakanı Donald Tusk, ülkesinin Fransız nükleer şemsiyesi ile korunması konusunda Fransa ile kapsamlı bir biçimde görüştüğünü belirtti.
Polonya, nükleer silahlara erişim sağlamaya çalışacağını duyurmuş durumda.
NATO füzelerinin kendi topraklarında konuşlandırılmasını onaylamaya hazır olduğu da Polonya’nın açıklamaları arasında.
NATO, güvenlik açısından Polonya’nın en önemli önceliği olmaya devam ediyor.
Varşova, Washington’la mümkün olan en yakın ilişkinin sürdürülmesini destekleyen ülkelerden.
NATO güvenliğinin mihenk taşı
Nükleer caydırıcılık, NATO’nun güvenliğinin mihenk taşı ve transatlantik dayanışmasının en değerli sembollerinden biri.
Nükleer kapasitesinin asıl amacını barışı muhafaza etmek, baskıyı engellemek ve saldırganlığı önlemek olarak tanımlayan NATO, nükleer silahlar var olduğu müddetçe nükleer bir ittifak olarak kalmayı planlıyor.
2022’de güncellenen, İttifak’ın stratejisinin tüm yönleriyle kayıt altına alındığı Stratejik Konsept’te de belirtildiği gibi NATO’nun nükleer silah kullanmak zorunda kalacağı senaryolar oldukça sınırlı.
ABD tarafından sağlanan nükleer güce İttifak içerisinde ayrı bir önem veriliyor.
Birleşik Krallık ve Fransa’nın nükleer güçlerine dair Stratejik Konsept’teki değerlendirme şu şekilde:
“Birleşik Krallık ve Fransa’nın bağımsız stratejik nükleer kuvvetleri kendi başlarına caydırıcı bir role sahip ve İttifak’ın genel güvenliğine kayda değer ölçüde katkıda bulunuyor.”


