Saniyelerle yarışan, nefesle ölçülen bir disiplinin içinde; sürekli tetikte, sürekli sessiz.
Koruma mesleği, dışarıdan bakıldığında siyah takım elbiseli bir ciddiyet gibi görünür ama aslında yüksek stres, yalnızlık ve mutlak sadakatle örülü bir hayat biçimidir.
Aydoğan YÜCE– Şakir KURTER
Çetin Karayazı… Yirmi beş yıl boyunca devletin en kritik isimlerini korudu.
Cumhurbaşkanları, bakanlar, yabancı devlet adamları…
“Bizim işimiz görünmeden var olmak. Devlette sorumluluk ağırdır, özel sektörde yalnızlık” diyor ve ekliyor: “ Ama kural aynı: Bir saniye bile dalgın olamazsın”.
Kimi insanlar hayatlarını anlatır, kimileri görevini bile anlatmaz.
Bazı meslekler vardır ki sessizlik, orada bir tür yemin gibidir. Koruma olmak da öyledir.
Bir ömür boyunca göz önünde olup görünmemek, tehlikenin tam ortasında olup sakin kalmak… Emekli emniyet mensubu Çetin KARAYAZI 25 yılını devlet büyüklerini koruyarak geçirmiş bir isim.
Gözlerinin altında yılların yorgunluğu var ama bakışlarında hâlâ aynı dikkat. Konuşurken bile çevreyi tarıyor, her ses, her gölge onun için bir bilgi. “Koruma” kelimesi dudaklarında bir unvan değil, bir yaşam biçimi gibi duruyor.
Çetin Karayazı bugün “devlet refleksi”yle “özel sektör zekâsı”nı birleştiriyor. Karayazı ile devletin gölgesinden iş dünyasının perdesine uzanan bu “sessiz mesleği” konuştuk.
TEHLİKENİN NABZINDA YAŞAMAK
Koruma olmak bir anda seçilmez, yavaş yavaş karakteriniz o kalıba oturur. Çetin Karayazı için de öyle oldu. Zamanla anladı ki bu iş, sadece silah değil, sabır ve sezgi mesleği.
– 25 yıl boyunca devletin en üst kademelerinde görev yaptınız. Bu mesleğe nasıl adım attınız?
Çetin KARAYAZI: Benim hikâyem sade ama kararlı bir hikâyedir. Hassas Bölgeler Koruma Şube Müdürlüğü’nde başladım göreve. O yıllar Türkiye’de güvenlik çok kritik bir dönemden geçiyordu. Sonrasında Başbakanlık Koruma Dairesi Başkanlığı ve ardından Güvenlik Dairesi Başkanlığı’na atandım. Son olarak da Devlet Büyükleri Koruma Şube Müdürlüğü’ne atandım.
– İlk zamanlar nasıldı? Devlet koruması olmak büyük bir yük müdür?
İlk yıllar… Hâlâ görev heyecanının korkuyla karıştığı günler. Gözler hep tetikte, kalp hep hızlı. Her yeni görevde biraz daha sessizleşiyor insan; çünkü bu işte olgunluk, susmayı öğrenmekle başlıyor.
Devlet koruması olmak, hem büyük bir onur hem de ağır bir yük; sadece bir kişiyi değil, bir sistemi, bir ülkenin istikrarını korumaktır. Bir saldırı sadece bir insana değil, devlete yöneliktir. Bu yüzden her adımın, her saniyenin sorumluluğu farklıdır. Bazen yüzlerce kişi arasında, tek bir tehdit bakışını ayırt etmen gerekir. Bu işin stresini dışarıdan anlamak zordur; çünkü biz hata yapmadığımızda kimse bilmez, ama bir kere hata yaptığında herkes duyar.
– Koruma olmak dışarıdan bakıldığında “güç” mesleği gibi görülüyor. Gerçekte nasıl bir iş bu?
Aslında tam tersi. Koruma olmak güç gösterisi değil, egoyu bastırma sanatıdır.
Güçlü görünürsün ama aslında en çok kendine hâkim olman gerekir. Bir olay olduğunda ilk refleks saldırmak değil, korumaktır. Bazen geri adım atmak da cesaret ister. Bizim eğitimimiz hep şunu öğretir: “Önce aklınla kalkan ol.” Koruma mesleğinde öfke yoktur, refleks vardır.
Bir tehdit algıladığında saniyenin binde birinde karar verirsin. Yani kas değil, sezgi çalışır.
– 25 yıl boyunca sayısız protokol, seyahat, kriz… Aklınızda kalan bir olay var mı?
Bir gün, Bakan’la birlikte şehir dışında bir açılış törenindeydik. Hava sıcaktı, alan kalabalıktı. Törenin sonunda bir kişi kalabalığın arasından hızla öne doğru gelmeye başladı. Elinde bir dosya vardı, belli ki derdini anlatmak istiyordu.
O anı dışarıdan izleyen biri sıradan için bir sahne olabilir. Ama bizim için her ani hareket potansiyel risktir. Refleksle Bakan’ı güvenli alana aldım, ekip o kişiyi dikkat çekmeden çevreledi. Sonradan anlaşıldı ki adam sadece bir dilekçe vermek istemiş.
Ama biz Türkiye gibi bir coğrafyada görev yapıyoruz. Bu ülkede geçmişte çok sayıda canlı bomba saldırısı yaşandı. Üzerinde kesici alet, patlayıcı ya da silah olma ihtimalini asla göz ardı edemezsiniz. Üstelik bunu yaparken o kişiyi rencide etmeden, potansiyel suçlu ilan etmeden yapmak zorundasınız.
Koruma işi, aslında insanı korurken insan onurunu da koruma işidir.
O gün hiçbir şey olmadı ama o “hiçbir şey”, alınan doğru kararların, saniyelik reflekslerin ve görünmeyen disiplinin sonucuydu.
– Görevde en zorlandığınız anlar hangileriydi?
Zor an çok. Bazen uykusuzluğun bile ötesine geçersiniz. Üç gün boyunca bakanın programı değişmeden devam ederse siz de değişmezsiniz. Gecenin üçünde telefon çalar, yarım saatte hazır olmanız gerekir.
Aile, özel hayat, sağlık… Hepsi ikinci plandadır. Bir keresinde hastaydım, 39 derece ateşim vardı, görevden çekilmedim. Çünkü o gün “ben yokum” demek, zincirin bir halkasının eksilmesi demektir. Bu işin içinde duygusal olarak da çelik gibi olmanız gerekir. Ama o çeliğin içi, çoğu zaman yorgun bir kalptir.
DEVLETİN GÖLGESİNDE, AİLENİN SABRINDA
Görev bitse bile evde başka bir nöbet başlıyordu. Korumalar yalnız çalışır ama en çok sevdiklerinin sabrına sığınır. Onun için her “görev tamam” anı, evdeki bir eksik bayramın sessiz telafisiydi.
– Aileniz bu tempoya nasıl alıştı?
Kolay olmadı.
Eşim yıllar boyunca tek başına anne oldu.
Ben çocuklarımın okul gösterilerini, doğum günlerini, bayram sabahlarını kaçırdım.
Ama eşim de bir devlet kadını gibi sabretti.
Eğer ailenin desteği yoksa bu mesleği sürdüremezsiniz.
Bir keresinde oğlum “Baba, sen hiç bizimle tatil yapmıyorsun” dedi.
O zaman anladım, görev sadece korumak değil, bazen sevdiğini de kaybetmemekmiş.
Ama bugün dönüp bakınca, çocuklarımın gözünde gurur görüyorum.
O gurur, bütün eksik bayramları telafi ediyor.
– Halk arasında korumalar “soğuk, mesafeli, kibirli” diye bilinir. Bu doğru mu sizce?
Bir bakıma anlaşılabilir bir algı ama doğru değil.
Bizim görevimizde duygularınızı yüzünüze yansıtamazsınız.
Gülmek, dalgın görünmek, elini cebine koymak bile tehdit analiziyle çelişebilir.
O yüzden dışarıdan “asık surat” gibi görünür.
Ama aslında biz en insani refleksi taşıyoruz: koruma içgüdüsünü.
Bir annenin çocuğuna sarılması neyse, bizim refleksimiz de odur.
Ama bunu silahla, bedenle değil; dikkatle yaparız.
KORKUYU EVCİLLEŞTİRMEK
Korku, onun mesleğinde yasak değil, gerekli bir duyguydu. Ama herkesin yaptığı gibi bastırarak değil, tanıyarak yaşadı onu. Yıllar içinde, korkunun düşman değil, öğretmen olduğunu öğrendi. Şimdi anlatırken bile sesi sakin, ifadesi sabit. Sanki korku çoktan bir duygu olmaktan çıkmış, bir içgüdüye dönüşmüş.
– Bu kadar yıl içinde korktuğunuz hiç oldu mu?
Olmaz mı? Her insan korkar.
Ama biz korkudan değil, panikten arındırılmışızdır.
Korku sizi dikkatli yapar, panik öldürür.
Bir olay anında kalp atışınız hızlanır ama yüzünüzde bir değişiklik olmamalı.
Bir keresinde çok yakınımızda patlama oldu.
Benim elimde kahve vardı, dökülmedi bile.
Çünkü o anda “korkuyu yönetmeyi” öğreniyorsunuz.
Bu işte cesaret, korkmamak değil, korkuyla birlikte akıllı davranmaktır.
Korku onun için düşman değil, öğretmen olmuş. Her olaydan sonra bir satır daha yazılmış hayatına; her krizden sonra biraz daha derinleşmiş bakışı. Artık insanı okumak, onun için bir güvenlik önlemi kadar doğal.
– Bu meslek size insanı nasıl öğretti?
Çok şey öğretti.
Bir insanın niyetini gözünden okumayı, davranışındaki mikrosaniyelik farkı fark etmeyi…
Koruma mesleği aslında bir psikoloji bilimidir.
Kimin stresli, kimin tedirgin olduğunu anında çözmek zorundasınız.
Zamanla bu analiz sizi hayatta da değiştiriyor.
Artık her ortamda önce tehlikeyi, sonra fırsatı görüyorsunuz.
Ve şunu öğreniyorsunuz: İnsanların çoğu tehlikeyi değil, dikkatsizliğiyle kendini riske atıyor.
– Peki, özel hayatınızda hâlâ bu reflekslerle mi yaşıyorsunuz?
Kesinlikle.
Bir restoranda oturduğumda sırtımı kapıya dönemem.
Yeni biriyle tanıştığımda ilk refleksim göz teması değil, çevre analizi olur.
Eşim artık alıştı, “sen zaten orada bile görevlisin” diyor.
Ama bu kötü bir şey değil.
Koruma olmak size sadece refleks değil, farkındalık kazandırıyor.
Tehlike sezgisi, aslında yaşam sezgisidir.
Bugün bile markette sıra beklerken arkamdakini hissederim.
Bu işten emekli olursun ama içgüdünden olamazsın.
KIRMIZI PLAKADAN DİJİTAL TEHDİTLERE
Artık kırmızı plakalar yerini siyah makam araçlarına bırakmıştı. Telsiz sustu, ama kulak hâlâ sokakta kaldı. Devlet refleksi sönmez; sadece yer değiştirir. Çetin Karayazı şimdi aynı disiplini iş dünyasının karmaşasında sürdürüyor.
– Emekli olduktan sonra iş dünyasına geçtiniz. Bu nasıl bir geçişti?
Başta zordu.
Devlette yıllarca prosedürlerle çalıştım. Her şey sistemli, zincirleme, protokol içinde.
Özel sektörde kurallar yok, refleksler var.
Ama dikkat ettim: güvenliğin temeli aynı — ön görmek.
Bugün bir işadamını koruyorum. Tehdit şekli değişti ama stres değişmedi.
Eskiden bir meydanda kalabalığı tarardım, şimdi iş toplantısında bakışları tarıyorum.
Bir tehdit illa silah değildir; bazen bir kameradır, bazen yanlış bir paylaşım.
Artık dijital dünyada da koruma yapıyoruz.
İşadamı sadece canıyla değil, itibar ve veri güvenliğiyle de korunmalı.
– Devlette görev yapmanın özel sektöre yansıyan bir farkı var mı?
Çok büyük fark var.
Devlet sana disiplini öğretir; özel sektör sana iletişimi.
Devlette “emir – itaat” vardır.
Özel sektörde ise risk analizi, stratejik iletişim ön plandadır.
Ama ortak bir şey var: dikkat.
Ben hâlâ ofise girdiğimde önce çıkış kapılarını kontrol ederim.
Refleksler değişmiyor.
İşim bittiğinde bile sırtımı kapıya veremem, bu artık bir yaşam biçimi.
Artık makam odalarının yerini ofis camları, resmi koridorların yerini toplantı masaları aldı. Ama tehlike şekil değiştiriyor sadece. Bugünün tehdidi sokakta değil, ekranda. O da bunu herkesten önce fark edenlerden biri.
– Bugün özel sektörde güvenlikte en büyük eksiklik nedir sizce?
Planlama.
Birçok özel kurumda güvenlik hâlâ “güvenlikçi” zannediliyor.
Oysa güvenlik, stratejidir.
Bir iş insanı sabah toplantıya giderken, rota, araç, çevre, sosyal medya paylaşımı,
her şey planlanmalı.
Bir tehdit, genellikle fiziksel değil, bilgi sızıntısından gelir.
Ben şimdi koruduğum kişiye şunu diyorum:
“Sizi korumak, sadece yanınızda durmak değil; yanlış bir kelimeyi önlemektir.”
GÖLGENİN İÇİNDEKİ İNSAN
Emeklilik onun için sadece üniformanın değişmesi. Görev bilinci, yılların birikimiyle zihninde hâlâ dimdik ayakta. Şimdi gölge biraz sivil ama uyanıklık aynı. Çünkü bir koruma, aslında hiç tam olarak görevi bırakmaz.
– Koruma mesleğinde kadın – erkek farkı olur mu sizce?
Ben hiçbir zaman cinsiyetin meslek belirlediğine inanmadım.
Kadın korumalar bazı durumlarda çok daha dikkatli, sezgisel davranabiliyor.
Bizim ekipte yıllarca kadın meslektaşlarla çalıştım.
Bazen kalabalıkta fark edilmeme konusunda erkeklerden çok daha başarılı olurlar.
Güvenlik bir güç değil, farkındalık işidir.
Bu anlamda kadın korumaların gelecekte çok daha önemli roller alacağına inanıyorum.
– Mesleğin en dramatik tarafı nedir sizce?
Yalnızlık.
Çünkü sürekli bir adım geridesiniz.
Kalabalığın ortasındasınız ama hep sessizsiniz.
İnsanlara dokunamaz, tanınamazsınız.
Bir koruma, fotoğrafta hep flu kalır.
Ama o flu yer, güvenliğin merkezidir.
Bu meslekte bir tek şey görünmez: emeğin kendisi.
Ama biz zaten görünmek için değil, korunması gerekeni görünür kılmak için varız.
– Son olarak, genç polis adaylarına ve güvenlik mesleğine girmek isteyenlere ne söylersiniz?
Öncelikle sabır.
Bu meslek anlık değil, yıllarla öğrenilir.
Bir günde kahraman olunmaz, bir ömür sessiz kalınır.
Koruma olacaksan, önce egonu bırak.
Silah seni güçlü yapmaz; karakter yapar.
Ve bir gün biri sana “hiçbir şey olmadı” derse, bil ki o gün işini mükemmel yapmışsındır.
Bizim meslekte ödül, sessizliktir.
Çetin KARAYAZI bugün artık sivil bir hayat yaşıyor ama refleksleri hâlâ devlet ayarlarında. Her adımında, her cümlesinde bir görev bilinci var. Röportaj biterken bile gözleri çevreyi tarıyor. Sanki bir tehdit değil de, alışkanlık peşinde. Sözleri ağır, sessizliği daha gür. Belki de en doğru tanımı kendi cümlesiyle yapıyor:
“Biz gölge gibiyiz. Işık başkaları için yanar, ama gölge hep oradadır.”


